Tuesday, 25 December 2012

Bir harabe - Antik bir uygarlığın kalıntıları ya da eski bir fabrikadan arta kalan yıkıntılar, hangisi olursa olsun - nasıl olurda şehrin manzarasına bu kadar mükkemmel oturur ? Onun bir parçası, bir tamamlayıcısı olur ?


Harabe, çarpık ve dökük kütlesel maddiyatının ötesinde, zamanın düzensizliğinin de önemli bir simgesi ..


O, geçmiş ve şimdiki zaman arasındaki sınırları dağıtarak, zaman'a çamur atan bir üç kağıtçıdır. Bu noktada sorulacak soru ise 'Harabe'nin nerede olduğundan ziyade ne zaman olduğudur. Şimdiki zamanda değil, fakat geçmişte de değil.Zıvanadan çıkmış 'Zaman', Hamlet'in hayaletini çağıracak derecede ..


Ay'ın Evreleri - Abu Rayhan al-Biruni, 1019

Monday, 24 December 2012


Bir Tımarhanenin müdürü olduğu halde tiyatro müdürü olduğunu söyleyip oyuncuların yerine doldurduğu delileri bütün yıl boyunca çaresiz seyircilerin karşısına çıkaran tiyatro müdür yüzünden Bakırköy Tiyatrosu'ndan mahkemede sürekli
Bochum Tımarhanesi olarak bahseden bir başka oyun yazarı da,
tiyatro sahnesinde seyircilerin onuruyla oynandığını ileri sürüp hakkında davacı
olan seyirciye, başarısız olan meslektaşları yanında kendisinin bu kadar başarılı olmasının nedeninin komedilerini tragedya, tragedyalarını da hep komedi olarak sunma namusluluğunu göstermesi olduğunu söylemiş.

Hayat üzerindeki pis rutini kırmak ve sıradanlıktan kurtulmak üzerine akıl dahilinde kabul edilmesi gereken , öncelikli olarak orjinal motivasyonumuz olan 'salt eğlence'ye (kelime anlamı ile!) dönmek üzere çaba göstermek olduğunu kabul etmektir. Ve eğer sözde kolay olan bu basit keyif'e geri dönen yolu bulabilirsen, boşa geçen dönemin korkunç şekilde talihsizce sunduğu ikilemli periyotların, senin için çok büyük birer şans ve bu bağlamda muazzam birer tecrübe olduklarını fark etmene neden olacaktır.

Çünkü geri kazanmaya çalıştığın bu 'salt eğlence' kibir ve korkudan kaynaklanan aşırı tatsızlık sonucunda başkalaşan pejmürde cümbüşlerin telmaşalığının ve 'salt eğlence'nin fevri anlık bir hazdan çok daha fazlasına sahip olduğunun anlaşılmasına imkan tanıyacaktır.

Tuesday, 18 December 2012

Beynin mantık yürütme gücünü son kılcalına kadar kullanırken, raflardan topladığın sözcükler uydurma bir kurmacayla dilinin ucunda çözülür, bütün bunları yaparken yalanın kendisinden kurtulmayı en çok sen istersin, biriktirdiğin bir safrafı atarcasına ya da aynanın karşısında ezberlemeye uğraştığın tumtucaklı bir yanıtı tükürürcesine benliğinin ince dallarına kenetlenir, iplik iplik kopuşlarını hissederek kökünü yerinden oynatırsın.

Monday, 17 December 2012




 " Sıcacık yataklarımızda, senaryosunu kendi yazdığımız düşleri tembelce seyrederken, kışın kurşuni sisleri arasında yavaşça uyandık. "

Monday, 10 December 2012

Sigaranın közü izmarite doğru yol aldı, nihayet kendi kendine söndü.Elinin teriyle vıcık vıcık olmuş izmariti cebine attı. Sonra yetenekli bir sihirbaz edasıyla iki elini de havaya kaldırıp söyleşiye dumansız devam etti.Konu kadınlara geldiğinde ise sohbet bitmişti.


'Yeni' olan ne kadar hızlı tecrübe edilirse .. muhtemel olarak alacağı 'sıkıcı' statüsü de o kadar kısa sürede üstüne oturacaktır, ve bundan tabiki olayın kendisi sorumlu tutulacaktır.



Sonsuz tabii uzaysal olduğu gibi geçicidir ve geçiciliğin en önemli yol arkadaşlarından 'zaman'nın ise sıkıntı ve onun simgeleri ile çok ilginç bir ilişkisi vardır. Bu denklem içerisinde yeni, sonsuzun değişik bir biçimi haline gelir, ve sonsuzun (aslında olmayan) engin sınırları içerisinde ortadan kaybolur.

Thursday, 6 December 2012


Cast off the shackles of doubt and brittle confidence !

Monday, 3 December 2012

Kaygı sevginin en büyük katillerinden biri , Kırılgan bünyeni zorlayan yetmezliklerin en büyük sorumlusu, ve tabiki başkalarının yaptıklarını kendi içinde farklı yorumlamana yol açan
kuvvetli bir zehir.

Boğulan bir insan sana tutunduğu zaman, onu kurtarmak istersin. Fakat anlamsız kaygılar ve dengesiz ruh hali ile boğularak sömürülen ruhunu kim kurtaracak ? Bunu bilemezsin ..

Saturday, 1 December 2012



Çanlar çalıyor nedensiz ve biz de...
kendimizle birlikte taşıdığımız kaygılar,
her sabah giydiğimiz
iç giysilerimizdir bizim.
yararsız metal bulmacalarla süslü,
gecenin düşten elleriyle yıktığı,
yuvarlak görüntülerin banyosunda arınmış,
kentlerde kırımlarla kurbanlarla hazırlanmış,
bakış açılarının yok edildiği
denizlerin yakınında,
tedirgin sertliklerin dağları üzerinde,
kederli uyuşuklukların kentlerinde ..

  Tristan Tzara

Sunday, 18 November 2012




      Kadının ona karşı olan sevgisinin yeterli olup, olmamasının pek bir önemi yoktu aslında ; O sevginin eksik olduğunu zaten hissetmişti, ve bende ona inandım.



Devrimci saflık kirlenmiş olanların ortadan kaldırılmasını gerektiriyordu. Kirlenmiş olanlarsa şunlardı : Düşünenler, farklı fikirde olanlar, şüphe duyanlar ve tabiki itaat etmeyenler.

Baskı ve korku rejimi ile çökeceği düşünülen bu özgür ruhların gösterdiği inatçı direniş , korkunun ve kabullenmenin çözüm olmadığını, ve korkuların ancak nefrete ve akabininda takip eden ruhsal acı ve sorgulamalara yol açacağıydı. Tıpkı bıçak gibi keskin düşüncelerle yüzleşmekten korkan geri kafalı otoriterler kendi ruhlarını içten içe kemirip , kabuslarında boğuldukları gibi ..

Wednesday, 14 November 2012

Suzanne koyu renkli gözlere ve derin bir göğüs çatalına sahipti. Tek eliyle okkalı bir cigara sarabilir ve Fransız romanları okurdu. Asıl ismi Meltem di fakat Leonard Cohen’e olan saçma sevdası neticesinde ismini değiştirmişti.

O bir gizem ve mucizeydi. Hepimiz ona aşıktık. Hepimiz bu ya da başka bir enstantenede onu götürmenin peşindeydik, ve bu konudaki başarısızlığımız mütemadiyen devam etmekteydi. Ama arkası gelmeyen başarısızlıklar bile Cüneyt’i sürekli denemekten vazgeçiremiyordu.

“Bekle” dedi ve bardağını elime doğru yapıştırdı.Omzunu mutfak duvarının kenarına çarparak hole doğru süzüldü ve tökezleyerek Suzanne’in tam karşısına dikildi. Neredeyse , gerçekten kazaraymış gibi görünmüştü.

“Seninle burda karşılaşmak büyük zevk,” dedi.

“Çok dandik bir giriş,” diye seslendi Murat . Suzy cevap olarak bir şeyler bağırmaya başladı fakat Cüneyt mutfak kapısana tekmeyi vurarak kapattı.

Kalabalık sap erkek güruhunun getirisi olan çoşkulu ulumamızı tatbik ettik.

Kafasını kapının yanından uzatarak ;

“Şimdi çocuklar , biraz görgülü olun” dedi.” Hanfendi ile konuşmaya çalışıyorum.”

Kapıya kapattığı sırada Suzynin gülüşlerini duyuyorduk – Son dönemde sergilediği o boğuk ve nefesli gülüş stili.. Murat bunu Suzanne’in rüzgar çanı gülüşü olarak tanımlıyordu. Bunu söylüyordu .. ve bu yorum sadece boş bir hipi saçmalığından başka bir şey değildi. Ama ben bu yorumun asıl anlamını biliyordum çünkü o gülüş baharın müziği, doğası ve tatlı nefesi gibiydi.

“Hayır,” dedi. “Bu sadece senin düşüncen.”

Konuyu değiştirmenin zamanı gelmişti.

“ O zaman şu ‘black russian’ları yapıyormusun?” diye Levent’e sordum.

“Hepimiz yapıyoruz,” dedi ve ,üzerinde dinleneceği bir sandalyeyi hazırlayıp talimatlar vererek, kovayı temizlemeye başladı.Levent , Kahluanın yokluğunda, neskafe kullanılmasını önerdi. Bu görüş hiç vakit kaybetmeden yüksek sesli bir tartışmanın başlamasına neden oldu. Levent bu tartışmadan zaferle ayrılmıştı .. ve bunun başlıca nedeni ise tartışmanın orta yerinde kovanın içine boca ettiği koca bir kavanoz kahve granülünden başka bir şey değildi. Sonrasında eşit ölçülerde vodka ve kola, ve kıvam için az saçak pekmezi ekledikten sonra, tahta bir kaşık ile balçık tadındaki içkimizi karıştırdık. Çıkan malzeme şaşırtıcı derecede lezzetliydi.

Suzanne odaya girdiği sırada ne hakkında konuştuğumuzu hatırlayamıyorum. Büyük ihtimalle sadece basit ve olağan bir konuşmaydı. Fakat tek bildiğim konuşmanın daha da olağansızlaştığı ve küçüldüğüydü.Hatta içimizden birisi havanın ne kadar güzel olduğu ve ne kadar tatlı bir akşam üstü geçirildiği ile ilgili sıkıcı anektodlar vermeye bile başlamıştı. Bu şaşkın benden başkası değildi.Ayrıca yetmiyormuş gibi Suzanne’e yolda yürürken karşıma çıkan gelinciklerden de bahsetmeye başlamıştım, niye başladıysam böyle rezalet bir muhabbete Tanrı bilir.Belki de ona doğa ile ilgili duygularımı göstermek ve ruhumun içini gözlemlemesine izin vermek istemişimdir. Bana gelincikleri sevdiğini söyledi.

“Bende,” dedim. Olası tatlı bir muhabbetin son çırpınışlarınıda bıkkınlığa süreklediğimi farkederek çaresizce etrafıma bakındım. Fakat herkesin , hatta Cüneyt’in bile, arka kapıdan dışarıya doğru döküldüğünü farkettiğimde çok şaşırdım.

“Nereye gidiyorsunuz,” diye sordum.

“Arka bahçe,” dedi Cüneyt

“Aptalca bir soru,” dedi Suzanne hafifçe gülümseyerek. Sonra, korkutucu şekilde , yapayalnızdık.

“Şurda duran nedir?”diye sordu, kovayı göstererek.

“Black Russian,” dedim.

“Bu da Levent’in uydurmasyonlarından biri mi?”

“Korkarım öyle”

“Sen yine de bana birtane verirsen iyi olur.” Dedi ve bardağı uzatmamla beraber , 3 büyük yudumda hepsini bitirdi.

“Bu .. berbat bir şey,” dedi.”Bu sefer daha büyük bir bardak ile ver lütfen”

Büyük bira bardağına doldurduğum karışımı ona uzattım.

“Bu zift görümlü şeyin içinde ne var?”

“Gerçekten bilmek istiyormusun?”

“Pek değil, herhalde,” dedi.”Neden bunun yerine bana nasıl olduğunu ve hayatın nasıl geçtiğini söylemiyorsun?”

“Daha iyi .. özelikle seni gördüğüm zaman” dedim.

“Çok tatlısın.” Açıkta kalan göğüslerini kapatarak, şalına sıkıca sarıldı.

Baktığımı düşünmüyorum .. Belki de çakırkeyifliğin getirisi ile istemsiz olarak dalmıştım. Geceye su ile devam etmek daha iyi bir fikir olabilirdi.

“ve peki Suzanne .. Sen nasılsın?”

“Bu berbat içkiyi içtiğim ve seni gördüğüm için daha iyiyim,” diye , şalını biraz gevşeterek, ekledi. Belki de bu hareket sadece benim hayal gücümün bir yansımasıydı.”Bunu söylememe gerek bile yok.”

“Sende çok tatlısın,” dedim ve garip bir sessizliğe düştüm.Bir an Murat , Levent ve Cüneyt’i .. dışarıya çıkan herkesi takip etseydim keşke diye düşündüm.

Beni dışarıya bakarken görmüş olacak ki, dönüp “ sanırım parti paranoyan var.” Dedi.

“Ne demek istiyorsun?”

“Senin bulunduğun yerde olmayan herkesin senden daha iyi vakit geçirdiğini düşünerek kaygılanıyorsun. Ve yine dışarıda olup biten bir takım önemli olağan aksiyonları kaçırdığını düşünüp kaygılanıyorsun.Sanki herşeyin merkezinde bulunmak zorundaymışsın gibi ..”

“Hayır ...”

“Parti paranoyasına çok dikkat etmelisin. O düzenbazın tekidir. Odadan odaya kimseciklerle konuşamadan dolaşarak koca geceyi harcamana neden olur. Gecenin sonunda bir seyirci olarak ortada kalırsın. Ve ayrıca aradığın aksiyon zaten burada. Levent’in saçma karışımı .. ve ayrıca ...”

Doğrudan gözlerimin içine bakıyordu. Ahh o gözler. Aman Allahım, sonunda benim sıram geldi diye düşündüm. Öne doğru heyecanla yöneldim ve o anda önümde duran yarı dolu kovayı devirdiğimi farkettim. Yapışkan, kahveringe sıvı , eteğinin beyaz pilelerini ıslak ve kahveringi yapacak ve ayağının etrafında küçük bir su birikintisi oluşturacak şekilde Suzanne’in dökümlü eteğinin üstüne boşaldı. Bir an için, sanki karnına çok sert bir yumruk atılmışcasına bana doğru baktı.Ve sonra, rahatlamama neden olan o gülüş geldi.

“Boşver,” dedi. Ucuz ve demode bir elbise zaten . eski bir fahişenin emeklilik günlerinden kalan bir artık gibi görünmeye başladığıyla ilgili ciddi kuşkularım vardı.”

“Şu anda daha da kötü göründüğüne emin olabilirsin.”

Sakince başını eğdiği sırada .. ansızın toparlanarak bardağının içinde kalanları üzerime boca etti.

“Üzgünüm,” dedi o flörtbaz gülümsemesi ile ..

“Bende,” dedim.

“Belki de dışarı çıksak daha iyi olur,” dedi.

Ve hepsi buydu .

Wednesday, 7 November 2012

İkilemler .. ansızın beliren çıkmaz yollar. Bence bu konu ile ilgili akıl dahilinde söylenmesi gereken, bu meşhur ikilemlerden kurtulmanın yolunun , ilkel motivasyon kaynağımız olan salt haz'ı geri kazanmak üzerine çalışmak olduğunu kabullenmektir. Ve eğer haz'a geri dönen yolu bulabilirseniz, boşa geçen dönemin korkunç bir biçimde talihsizce sunduğu ikilemli periyotların, sizler için çok büyük birer şans olduklarını farketmenize neden olacaktır. Çünkü geri kazanmaya çalıştığın şamatalı ruh hali , kibir ve korkudan kaynaklanan aşırı tatsızlık sonucunda başkalaşmıştır, ve gaddarca üstüne yığılan kaygılar kaçınamayacağın kadar muazzam dereceye ulaşmıştır ki , yeniden keşfedeceğin haz daha dolu ve keyifli bir ruh haline ulaşmanı sağlayacaktır.

Hayal gücü eşilğinde yürüyen kurgu, kendinden kaçabileceğin ya da azami ölçüde sevilebilir şekilde kendini tasvir edip, sunabileceğin bir yoldan ziyade , garip bir biçimde kendi kendini tasvip etmek ve doğruları söylemek için kullandığın bir yol oluyor.
Tam kendinizi göstermek isteyeceğiniz partilerden biriydi, ve Nico Blanche kendini göstermek konusunda oldukça kararlıydı. Ferregamo ayakkabılarının tabanları, pahalı isveç ahşabını , ki partinin ilerleyen dakikalarında ev sahibini överek prim yapmak adına tasarladığı planın önemli bir parçası, kavramıştı. Sıkı kalçaları daha da kasılmış ve o küçük ağzı ve dudakları kombin bir şekilde önünden geçen insanları selamlamak ve belki bir ümit tanışmak üzere büzük ve gergin şekilde beliyorlardı.Nico Blanche , takındığı telmaşa müstehcen duruş ve elinde kokteyli ile yaklaşık bir saat bekledi, fakat parti manzumelerinden hiç biri onun yakınına doğru yolundan sapmadı.

Nico Blanche fermuarını kontrol etti, kravatını düzeltti ve çaktırmadan dilinin altına naneli bir ferahlatıcı yerleştirdi. Küçük ve şekilsiz ağzının el verdiği , mümkün olan en iyi şekilde gülümsemeye çalıştı, fakat bu teşebbüsüne gereksiz dost canlısı bir anlam kazandırmak niyetinde değildi, zira bu, özellikle kokteylinin üstündeki pembe şemsiyenin altından aldığı kaçak yudumlar ile birleştiğinde, ekşimiş bir göt deliğinin müstehcen göz yaşlarına sahip acemi partici duruşu olarak algılanabilirdi.Bu yüzden bela potansiyeli taşıyan gülüş yerine ağzının , aksi ve kasvetli bir ruh hali yansıtmak adına, sıkıca kapadı ve azcık da olsa gizemli görünmeyi ümit ederek bekledi.Fakat koca partideki tek bir ruhtan bile her hangi bir teşebbüs gelmedi, ve bir saat daha geçip gitti.

Nico Blanche pozisyon değiştir değiştirerek daha iyi göründüğünü düşündüğü tarafa döndü, fermuarını kontrol etti, kravatını düzeltti, ve arka tarafına bir adet gliserin fitil kapsülünü yavaşça itti. Etki şaşırtıcı ve çabuktu, ve pantolonunun alt tarafı sanki bel altında özel bir parti varmışcasına sallanıp, oynuyordu. Partide çalışan güzeller güzeli hosteslerden biri neler olduğunu anlamak ve yardım etmek adına yavaşça yaklaştı.

  "İyimisiniz ?" diye sordu.

  "Merhaba, ben Nico Blanche, sizden hoşlandım, sizde benden hoşlandınız mı ?"

Nico Blanche elini hostese uzattığı sırada, ağzı ve sıkı götü muazzam bir uyum içerisinde ve şaşırtıcı bir gürültü eşliğinde işleme geçmişti. Güzelim hostesin çirkin ve tiz çığlığını ortama salması pek uzun sürmedi. Diğer parti müdavimlerinin dikkatini çeken bu çığlık, insanların neler olduğunu görmek üzere Nico'nun yakınına devrilmelerini sağladı. Hepsi şaşkın bir şekilde Nico Blanche ve kabarık parti pantolonuna bakıyorlardı. Üzerine aldığı dikkatli bakışlardan biraz mahçup ve şaşkın olmasına rağmen, altındaki kabarıklığı ezerek, ağzına küçük ve utangaç bir gülümseme koymayı başardı.

  " ve sonunda .. Şöhret!" diye haykırdı. "Ne kadar tatlısın Şöhret!"

Monday, 5 November 2012

Her zaman, daha önce hiç söylemediği kadar güzel söyleyen, Billie ..

Saturday, 3 November 2012

Sıkılmıştım, evden çıktım, Nouvelle cuisine'i ile ünlenen bir lokantaya gittim. Garson geldi, elinde üç salata yaprağı vardı. Şöyle söyledi: "Bu, Lombardiya usulü kıvırcık salata, üzerine ince kıyılmış Piyemonte rugettası konmuş, deniz tuzu serpilmiş, lokantamızın güzel kokulu sirkesine batırılmış, üzerine de Umbria yöresinin bakir zeytinlerinin ilk sıkımından çıkan yağ dökülmüştür." En üst düzeye ulaşmış sözde yemek pişirme sanatının bir laf kalabalığı çorbasından ibaret olduğunu hazmetmek için Lombardiya usulü otlarımı yavaşça yemeye koyuldum.Son derece huzurlu ve hafiftim ..

A chitchat .. proceeding more than 10 minutes always better than a simple iconic illusion.
İnsan zihni uçuşur.Beyin kocaman dipsiz ve kapkaranlık bir kuyu ve biz de düşer vaziyette salvolar yapan mahlukatlarız.İşte bu noktada önemli olan ise uçuşan zihnin yansıtacağı davranış ve eylemleri kontrol edebilmek.. ve yine bu doğrultuda sağlıklı bir hayal akışkanlığına ulaşıldığı noktada varılan haz ve bünyeyi kaplayan huzuru tadabilmek.

Wednesday, 17 October 2012



I've always been mad, I know I've been mad, like the most of us are. It's very hard to explain why you're mad, even if you're not mad.

Yapay Zaman

Bu mucizeye sahip olabilseydim, saatin onu on geçip geçmediğiyle hiç ilgilenmezdim. Tam tersine, güneşin doğuşunu ve batışını izlerdim (hatta bunu karanlık bir odadayken bile yapabilirdim); hava sıcaklığını öğrenirdim; yıldız falına bakardım; gündüzleri düşümde mavi kadranı ve gecenin yıldızlarını görebilir, geceyi ise Bahara kadar kalan günler üzerinde düşüncelere dalarak geçirirdim. Böyle bir saati olan insanın artık dış zamanı kendine dert etmesine gerek yoktur, çünkü hayatımızdaki tek kaygımız artık bu olacaktır; bu saatin gösterdiği zaman, sonsuzluğun durgun yansısı değil, gerçek sonsuzluk olacaktır. Değişik bir biçimde ifade etmek istersek, zaman, o büyülü aynanın ürettiği masalsı bir sanrıdan başka bir şey olmayacaktır.


Monday, 15 October 2012

Deniz köpüğü gülüşlü kız oturdu parkın kanepesine, ayak dibinden kuşlar uçtu menziline, kız güldü, oradaydım kesildi dizimin dermanı sanki geçmişim deniz derya başımda gök mavisi bir şapka deniz köpüğü gülüşlü kız yürüdü salındı çimenler üzerinde horoz ibiği kırmızısı güneş bir bulutun ardına sıvıştı oradaydım kendine yeterli bir...

Tuesday, 9 October 2012





- Buraya sık gelirmisiniz ?  
- Rüyalarımda hergün

Karabatak Sevgi

Yine o su yeşili pantolon, kalem gibi bacakları sarmış .. üstünde tiril tiril bir bluz. Zerafeti dillere destan , ama bu endama rağmen çevresinde ki gösteriş budalaları gibi değil.. sakin ve kendinden emin, duru bir su gibi sessizce akıyor aramızda .. Sadece biraz sinirli. Gençliğin getirdiği o toy züppelik biraz yüzüne yansıyor. Sahip olmadığı ama hayallerinde alt yapısını kurduğu o farazi tecrübe çevresindeki telmaşa güruha sunduğu zorunlu hizmet ve eşşiz güzelliği karşısında elde ettiği 40 liralık bir komediyi sorgulamasına neden oluyor(Bu sistemi daha ne güzeller, ne afetler sorguluyor bir bilse ). Eee bir yandan bu güzelliğin ve potansiyelin bilincinde olan bünye o memnuniyetsiz ve tatlı sert duruşu doğal bir şekilde bünyeye yerleştiriyor. Ne de olsa az önce önlerine içinde hiç bir bok olmayan o kuru tostu anaları evde yapsa yüzlerine fırlatacak , burun kıvrıcak şımarık ergen takımının kendisine karşı tutunduğu tavırlar istemsiz olarak ruhunu ve iç güvenini sarsıyor. Ahh be Sevgi, ahh be yavrucum halbu ki sert ve donuk duruş ile güzel silüetinin önüne çektiğin kalkanı kaldırsan, ucuz kompleksler içinde boğulan şu paçozların üstüne o masmavi gözlerinden dökülen deniz ile çağlasan .. ve yine bir güzel daha gaddar Karaköy sokakların da eriyip bitti.

Sorgu

Bunlardan sonra daha mı mutlu olacağız ? Yoksa sanatı, borular çaldıktan sonra girdiğimiz, ve oyunu kimin kaybedeceğini, kimin kazanacağını bilmeden ayrıldığımız gerçek hayat gibi tatma ayrıcalığına sahip olanların neşesini yitirmiş mi olacağız ?

Friday, 24 August 2012

İnsanlar duygusal anlamda yakınlık kurmaya heveslendikleri anda, hemen ufak bir mesafe koyma ihtiyacı hissederdi. Bu  bir resfleksmiydi ? Bir önyargıda olabilirdi , belki basit bir ego yahut sadece sonunda yine bırakıp gideceklerini bildiğinden ötürü oluşan bir tepki ..


Birşeyleri istemek için önce yaşama hevesi gerekir, ve unutma ki hayat hikayelerde anlatıldığı gibi değil ! Ahh kitaplar kandırdı bizi ..Sistemli, optimistik ve mantıklı hikayeler ile dolu kitaplar ..

Thursday, 16 August 2012



What are we waiting for ? or we are just afraid. Is it really that frightening ?




   
Hala aynı bedene, aynı akla, aynı düşüncelere sahip olmasına karşın, her nasılsa, sanki bir daha kendi bilincinin dışına itildiği hissine kapıldı. Küçük bir zeka oyunu, ustalıkla becerilmiş küçük bir ad değişikliği sayesinde kendini hiç olmadığı kadar hafiflemiş ve özgür hissetti. Aynı zamanda; bütün bunların bir yanılsama olduğununda ayrımındaydı.

Wednesday, 15 August 2012

Artık hiç bir şey umrunda değildi.Orada durup bütün gün kendiyle tartışabilirdi ama benliğini yine de geri alamazdı. Aklı onu terk etmişti, her şey elden gitmişti.

Duyulmayacak bir sesle birşeyler kekeledi ve aniden ayağa kalktı.Hayallerini, tutkularını ve ruhunu, hepsini fırlattı. Dışarı eğilip de düşüşlerini izlemedi, ve nereye düştüklerini de merak etmedi. Pencereyi kapadı, odanın ortasında yere uzandı ve uykuya daldı.
Bomboş ve sakin ..

Friday, 10 August 2012

İki yıldır ona görünmez bir ip ile bağlanmış gibiydi.  Nereye gittiyse gitmiş, ne yaptıysa yapmış ve ne söylediyse dinlemişti. Bedeni bu yeni özgürlüğe yabancıydı. Bu yüzden birkaç sokak boyunca eski hızında ayaklarını sürüye sürüye yürüdü. Büyü bozulmuştu ama bedeninin bundan haberi yoktu.

Sunday, 29 July 2012

Çünkü müzik dünyasında Johnny'nin tenor saks çalışı duyulduktan sonra ondan öncekileri dinleyip mükemmel olduklarını düşünmeyi sürdürmek olanaksızdır: genel kanıya uymaktan ve bir tür boyun eğiş olarak tarihsel gelişmeyi öne sürüp ondan önceki sanatçıların da çok başarılı olduklarını ve kendi dönemlerinde başarılı olmayı sürdürdüklerini söylemekten başka çare yoktur… Johnny'nin ortaya çıkışıyla caz dünyasında bir sayfa kapanmıştır, öyle ki, geriye dönüş yoktur artık.

Friday, 27 July 2012

                               
                         Tom meets Jim


Birbirimize küfürler ediyorduk utanmadan ve körleşen ruhlarımızdan sıçrayan pislikler ile birbirimizi kirletiyorduk. Paramparça olduktan sonra ise, kendimizi avutmak için adını aşk koyuyorduk.